Holokost’un Travma İçeren Hafızasının Sıradanlaştırılması: The Pageant (Yarışma) Belgeseli

Film analizi çoğu zaman belirli klinik olguları etraflıca anlamamıza ve hatta bazı analitik kavramları ve anlayışları yeniden gözden geçirmemize yardımcı olur. Bu durum Eytan İpeker’in yönettiği ve 2020 yılında seyirciyle buluşan The Pageant (Yarışma) adlı belgeselin analizi için de geçerli. Bu film bizi hafıza üzerine, özellikle de travma içeren hafızanın sıradanlaştırılması üzerine düşünmeye davet ediyor. 

Devamını oku »

Şüpheli Şeylerin Keşfi’nde yas, melankoli ve onarım

Edebiyat metinleri Freud’dan beri ruhsal hayatın veçhelerine ışık tutmaları açısından psikanalizin ilgi alanında. Bu ilgi başlangıçta yazarın biyografisinden hareketle metnin yorumlanması şeklinde kendini gösterse de, çağımızda gittikçe metnin kendisi de klinik bir malzemenin yerini tutuyor. Film analizlerine gösterilen ilgide de bilinçdışının tezahürlerinin, zihinsel işleyişin izleri mevcut. Bu metinleri klinik malzemeye nazaran serbestçe yorumlamanın psikanalist açısından önemli bir avantajı var. Psikanalist burada mahremiyet engeline takılmaz; ne de olsa ele alınan kişi ve olaylar ve onların ruhsallığı kurmacadır. Mamafih roman kahramanlarının tutkuları, aşk ve nefret bağları, ayrılık kaygıları ve yas tutma süreçleri, bağlanma ve bağlanamama gibi ruhsal hayatın temel görüngüleri bizim için tanıdıktır, zira bunlar ruhsal malzemenin kendisidir, yani gerçektir. Bu anlamda edebiyat metinlerini psikanaliz kuram ve pratiğinin içinden ele almakla klinik bir durumu psikanalizle yorumlamak bazı paralellikler gösterir. Her ne kadar klinik ortamdaki aktarım-karşı aktarım gibi psikanalizin ana direği olan olgular bir metinde mevcut değilseler de, metnin okuyucuda yarattığı duygu ve duygulanım bir tür karşı aktarım sayılabilir ve bu duygunun peşine düşmek de bir tür yorumlamaya davet sayılabilir. Ayrıca romanı dinlermişçesine, görselliği eşliğinde bir film içindeymişçesine okumak da bizi bir dizi çağrışıma götürür; bu çağrışımlarda metin bir rüya gibi şekillenir ve bilinçdışına giden kapıları açar.

Devamını oku »

ÇOCUKTA VİCDANIN GELİŞİMİ ÜZERİNE PSİKANALİTİK BİR BAKIŞ

“Etik, İnançlar ve Eğitim” konusunda düzenlenen bu panele benim katkım çocukta vicdanın gelişmesini psikanalizin bulguları açısından ele almak olacak. Bu bulgular ışığında ahlaki eğitimin ve vicdanın geliştirilmesine yönelik girişimlerin sadece din eğitimi çerçevesinde ele alınmasının ne kadar kısıtlayıcı olabileceğine yönelik dolaylı bir yanıt vermeyi umuyorum. Şöyle ki, vicdan dediğimiz bu içimizde iyi ile kötüyü ayıran sesin, ya da bu seslerin, içerdiği bilgi ve anlayış insanlığa has bilgileri ve insanlığın devam edebilmesini sağlayan psikanalizin gün ışığına çıkardığı temel yasaları da içeriyor. Bu yasalar cinayeti ve ensesti engelleyici olup, küçük insanın insancıllaşmasını sağlayan niteliğe sahiptirler. Freud’un ileri sürdüğü ünlü Oidipus Karmaşası bu ilkel arzuların gerçekleşmesine karşı, kişiliğin daha medeni yönleriyle ilkel yönleri arasındaki çatışmayı betimler. Bu çatışma özellikle anne-baba ve çocuk üçgeninde cereyan eder. Ebeveynlerin kısıtlama ve yasaklamalarını zamanla içselleştiren çocuk tedricen bir iç dünyayı oluşturur. Başta ebeveynlerimiz ve onların da bilinçdışları olmak üzere muhtelif içselleştirmelerden oluşmuş bir iç dünya burada söz konusudur. “Ebeveynlerin de bilinçdışları var” diyorum zira ebeveynler de bir zamanlar çocuktu ve onların da çatışma içine girmiş oldukları ebeveynleri vardı. Kliniğimizde ebeveynlerin kendi çocukluklarının hali hazırdaki ebeveyn olma durumlarını doğrudan şekillendirdiğine sık sık tanık oluyoruz. Bu iç dünyayı, yani bu iç dünyaya has nesneleri ve bilinçli olmayan senaryoları ahlaki eğitim açısından görmezden gelmek pek gerçekçi olmaz. Tabii bir diğer unsur da çatışmalı ama aynı zamanda yoğun aşk duyguları içeren bu üçlüyü çevreleyen kültürel iklimin etkisi. Ebeveynleri bu kültürel iklimin taşıyıcıları olarak tasavvur eden psikanaliz öğretisi ve pratiği daha çok çağdaş psikanalizin bulgularının konusudur ki, bu yazıda ben daha çok başlangıçta Freud ve Klein’ın vicdan üzerine olan tespitlerini ele alarak başlamak istiyorum.

Devamını oku »

Mezar yağmacıları, Bilme Dürtüsü ve Psikanaliz

Mezarlıkların tahrip edilmesine insanlığın en kadim zamanlarından beri tanık oluyoruz. Bu saldırganlıklar kimi zaman belirli bir etnik, dini veya siyasal toplulukları korkutmak, kovmak hatta kimi zaman onları yok etmek amacını taşımaktadır. Kimi zaman da bu saldırganlıklar, define avcılığı adı altında kutsal mekânlarda yapılan kaçak kazılar yoluyla açgözlülüğün suç pratikleri olarak ortaya çıkar. Sessiz ve dünyadan yalıtılmış bu alanlarda vuku bulan saldırgan ve ölümcül dürtülerin yarattığı kaba gürültü insanlığın en vahşi, karanlık ve ehlileştirilmemiş ruhsallığıyla bizi karşı karşıya getirir. Bu konuyla ilgili arkeologlar, sosyologlar, siyasal bilimciler yakından ilgilenmişler, hafıza, hafıza kırımı, toplumsal hafıza, ölüm siyaseti, ölünün gücü (1) gibi çeşitli temalar etrafında incelemelerde bulunmuşlardır. Ama yüzyıllardan beri süregelen bu dehşet verici olgunun ruhsal temelleri üzerine çok fazla araştırma göze çarpmamaktadır. Ünlü psikanalist W. R. Bion’un mezar hırsızları ile araştırmacı bilim insanının ortak bir dürtüden, bilme dürtüsünden hareket ettiklerine dair birazdan ele alacağımız ilginç bir tespiti (2) bu yazının çıkış noktasıdır. Bir diğer deyişle mezar yağmacılığının kendisi bir araştırma konusu olmaktan çok ihtiva ettiği dürtüsel içerik dikkatimizi çekecektir. Bu, deneme mahiyetindeki incelememiz, merak temelli bilme dürtüsünün, Yaşam ve Ölüm dürtüleri kadar aynı öneme sahip olduğunu ileri süren Bion’un kavrayışı ve onun S. Freud ve M. Klein’dan devraldıkları etrafında olacaktır. Ayrıca yapıtı önemli ölçüde M. Klein ve W. R.Bion’dan etkiler taşıyan ünlü çağdaş psikanalist F. Guignard’ın bilme dürtüsü hakkındaki görüşleri de bu incelemeye katkıda bulunacaktır.

Devamını oku »

ANNE İLE FAHİŞE. KADIN CİNAYETLERİNİN RUHSAL KÖKENİ

İstanbul Sözleşmesinin kimi çevrelerce sorgulandığı geçtiğimiz günlerde, kadınların fiziki ve ruhsal şiddete karşı koruma altına alınması yeniden konuşulur hatta sorgulanır oldu. Kadına yönelik şiddetin siyasi, hukuki, sosyolojik ve psikolojik boyutları yeniden gündeme gelirken fiziki ya da psikolojik şiddete başvuran erkeklerin ruhsallığındaki kimi patolojik unsurlar arka planda kaldı. Toplumdan topluma farklılık gösterse de, demokrasi ve insan hakları alanında en gelişmiş toplumlarda bile sıkça karşılaşılan erkek şiddetinin kökenlerinin sadece sosyolojik yapıyla ilgisi olmadığına da tanıklık ediyoruz. Örneğin Avrupa Birliği içinde kadın cinayetlerinde 2019 yılında Fransa’da 149 kadın yakın çevresindeki erkekler tarafından öldürülmüş. Tabii bu rakam Türkiye’deki rakamların çok gerisinde olmasına rağmen yine de alarm veriyor. Medeniyet araç gereçleriyle, hukukla, toplumsal cinsiyetin hakkaniyetle uygulanmasıyla denetlenebilen ama yine de önü kesilemeyen bir olguyla karşı karşıyayız.

Devamını oku »

Kültür ve PsikanalizKültür ve Psikanaliz

“Kültür ve Psikanaliz: Sinema, Edebiyat ve Güncelin Psikanalizi”, psikanalist Bella Habip’in 2012-2018 arasında kaleme aldığı, kültür ile psikanalizin buluşma noktalarından hareket eden makalelerden oluşuyor.

Kültürel alanla bireyin ruhsal ve zihinsel işleyişi arasındaki karşılıklı etkileşimin edebiyat, sinema ve güncel olayların psikanalitik bir okumasıyla açımlandığı bu metinler okuru yönetmen Xavier Dolan’ın filmlerinden Britanyalı psikanalist Winnicott’un yaratıcı dürtüsüne, Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’ından Oidipus karmaşasına uzanan geniş erimli ve ufuk açıcı bir alanda yolculuğa çıkarıyor.

Yazarın sözleriyle, bu kitaptaki makalelerin nihai amacı, psikanalizin bilinçdışı, libido, narsisizm, Oidipus karmaşası, ensest ve ensestsi gibi temel kavramlarını çalıştırarak kültür ile bilinçdışının karmaşık ilişkilerini ortaya çıkarmak.

Devamını oku »

Suç ve Suçluluk Üzerine Psikanalizde Kriminolojiye Dair Kurucu Metinler

Psikanaliz literatüründe kriminolojiye dair kurucu metinlerin ilk bakışta aralarında belli bir devamlılık sergilemediği gözlemlense de kriminal psikanaliz, psikanalizin başlangıcından itibaren ileri sürdüğü paradigmaları ve daha sonra çağdaş psikanalizin bu paradigmaları sorunsallaştırarak yeni önermelerle ortaya çıkması sürecini yakından takip eder. Bu paradigmalar şiddet ve ensestin yani Oidipus sorunsalının etrafında yorumlanması temelinde kaleme alınmış metinlerle başlamış, ama daha sonra pratikte karşılaşılan sorular bu temelleri gözden geçirmeye yönlendirmiştir. Ortaya çıkan soruların buluştuğu nokta zihinselleşmiş bir ruhsallık ile zihinselleşme yetenekleri kısıtlı bir ruhsallığın karşısında psikanalistin suça ve suçluluğa dair bakışında ve klinik pratiğindeki farklılıklardır. Bu tabii kurama da ister istemez yansımaktadır.

Devamını oku »

MommyXAVIER DOLAN SİNEMASINDA ENSESTSİ

“Ensestsi” kavramı Paul Claude Racamier tarafından 1980-90 yılları arasında açıklığa kavuşturulmuştur. Kavram görece olarak yenidir ve yazarın narsisist sapkınlık teması üzerine kaleme aldığı bir makalesi ilk kez 2014 yılında The International Journal of Psychoanalysis’te[2] yayınlanmıştır. “Ensestsi” Racamier’nin kavramlaştırmasında önemli bir yer tutar. Yazar psikozların alanından ve Oidipus’la kurulan bağlardan hareket ederek bireysel, ailesel hatta toplumsal yaşama mahsus ruhsal bir biçim tarif etmiştir. Bu ruhsal biçim ensest gerçekleşmemiş olsa da ensestin izini taşır. Bu, birincil nesneyle kurulan ilişkinin mütemadiyen yeniden kurulduğu ve yeniden inşa edildiği, düşlemlenmemiş, simgeleşmemiş bir ensest biçimidir. Yazara göre her ensestsi ilişkinin arkasında ihraç edilmiş ve işlenmemiş bir yas yatar. Bu ilişki Oidipus’a ulaşmayı engelleyici özelliklere sahip bir dizi ruhsal görüngüyü kapsar: Yasın reddedilmesi ve zamanın durması, eylemselliğe düşkünlük, konuşulmayanın yaygınlığı, insan ve nesiller arasında karmaşa, amacına ulaşmayan ve bitmez tükenmez narsisist baştan çıkarıcılık.

Devamını oku »

Oidipus, Psikanaliz ve Türkiye’de Psikanaliz [1]

Atölyenin tartışma konusu uyarınca, psikanalizin özel bir kültürel ve coğrafi bağlama aktarılmasının sorun ve güçlükleri çerçevesinde Oidipus konusunu ele almaya karar verdim. Benim de içinde bulunduğum bu bağlamda, Türkiye’de on ila on beş yıl önce ortaya çıkan psikanaliz faaliyeti son beş yıldır IPA himayesinde Çalışma Grubu olarak kurumsallaştı. Türkiye’de psikanalizin kurumsallaşmasının böylesine gecikmiş olmasına rağmen psikanaliz metinlerinin daha 1920’lerden itibaren yayınlanmaya başladığını gözlemliyoruz: Freud’un ilk çevirileri, bu metinler üzerine yorum yapan psikiyatristlerin, toplumbilimcilerin ve edebiyatçıların deneme ve raporları. Bütün bunlar örgütsüz ve dağınık bir biçimde yapılmıştı.

Devamını oku »

BİR AYRILAMAMA PATOLOJİSİ: ENSEST VE ENSESTSİ P.C. RACAMİER’NİN YAPITI ÜZERİNE

Sempozyum konumuz olan “ayrılık” psikanaliz literatüründe oldukça kapsamlı bir yer tutar. Anne ve çocuğun ayrılması, akabinde annenin kadınlığına yeniden sahip çıkması, çocuğun bireyleşme süreci, babanın anne-çocuk birimine en baştan itibaren yeterli ruhsal ve fiziksel desteği sağlayarak bu ayrılığı desteklemesi gibi temel insancıllaştırıcı adımlarda ayrılmanın sancılı ama oluşturucu etkileri çağdaş psikanalizin üzerine eğildiği konuların başında gelir. Bu sunumumda oluşturucu bir ruhsal hareket olan bu ayrılmanın mümkün olmadığı durumlarda ortaya çıkan klinik ve patolojik bir durumu, Ensest ve Ensestsi’yi ele alacağım. Aynı zamanda klinik ve patolojik bir tablo olan Ensest ve Ensestsi’yi metapsikolojik bir kavrama dönüştüren Paul Claude Racamier’nin yapıtının [2] belli başlı noktalarına değineceğim.

Devamını oku »

RUHSALLIKTAKİ ÇİFTE ZAMANSALLIK MEFHUMU İLE UYKUSUZ ÇAĞIMIZDAKİ ZAMANSIZLIĞA PSİKANALİTİK BİR BAKIŞ

Bienalin önerdiği Bahar konsepti ile tohumun uykuya girmesi ve bu uyku halinden filizlenme haline geçiş süreci psikanaliz kuramı ve psikanaliz tedavisi sürecindeki uykululuk, gizillik şeklinde tercüme ettiğimiz latency kavramıyla örtüşüyor. Bu sunumda bu latency’den, latency’nin nasıl bir şeye tekabül ettiğinden söz edeceğim. Gizillik ya da uykululuk gizli kalmış, üstü örtülü bir şeye gönderme yapmaz sadece; tam anlamıyla bir uyku hali de değildir bu, ama içinde hem uykuyu hem de gizilliği barındırır. Gizillik sadece üstü örtülmüş gizli bir şey de değildir. Gizil bir güç de söz konusudur.

Devamını oku »

araignéeHUZURSUZLUKTAN KIYAMETE DOĞRU: ÇAĞIMIZIN “AKILLI” NESNELERİ VE TEHLİKE ALTINDAKİ DÜŞÜNME YETENEĞİMİZ (1)

Öncelikle Kıyamet/ Kiyam Et başlıklı bu ilginç serginin küratörü Mahmut Wenda Koyuncu’ya (2) bu nazik daveti için ve tüm katılımcılara da dinlemeye geldikleri teşekkür ederim.
Günümüzün dünyasını betimlemek için kullanılan Kıyamet metaforu psikanalizi de doğrudan ilgilendiriyor. Gittikçe artan yıkıcılık ve şiddetle çevrelenen günümüz dünyasında öncelikle düşünme yeteneğinin tehlike altında olduğunu gösteren birçok tuhaflıklar var. Bu tuhaflıkları çağımız teknolojilerinin Dev Verileriyle, Akıllı Nesneleriyle kuşatılmış çağımızın topluluklarıyla ve bu topluluklar içinde düşünmeye çalışan bireyleriyle ele almak istiyorum.

Devamını oku »

psikanalizyıllığı2016Psikanaliz Yıllığı 2016

Sunuş – Nilüfer Erdem

1. Ölüm Dürtüsü: Çağdaş Kleincı Kuramda Görüngübilimsel Perspektifler- DAVID L. BELL

2. Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı? – FRANCO DE MASI

3. Öteki’ne Umutsuz Bir Sesleniş Olarak Tutkulu Aşk: Nagisa Oşima’nın “Ai No Corrida” Filmi – BELLA HABİP

4. Utanç, Nefret ve Pornografi: Güncel Zamanların Bir Veçhesi Üzerine Çeşitlemeler – CLAUDE JANIN

5. Görme ve Görülme: Klinik Ortamda Utanç – JOHN STEINER

Devamını oku »

kırmızısaçlıkadınBabayı Öldürmek mi, Babayı Yaratmak mı? Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’ı

Umberto Eco, “Açık Yapıt” adlı kitabında edebiyatın gücünün, bir metnin hiçbir zaman tüketilmeksizin durmadan farklı okumalar üretebilmesinde yattığını ileri sürer. Orhan Pamuk’un son romanı “Kırmızı Saçlı Kadın”n böyle çoklu okumaya açık bir metin olduğu ileri sürülebilir. Bu tespitten hareketle bu deneme, metni psikanalizin, özellikle de çağdaş psikanalizin bakış açısıyla okumayı hedeflemektedir.

Devamını oku »

cogito81-annelikCogito: Annelik

Cogito’nun “Annelik” dosyasının çıkış noktası, muhafazakâr bir annelik tasavvurunun, bu tasavvurdan beslenen “ideal annelik” normlarını temel alan düzenlemelerin giderek artan biçimde kadınları hizaya sokmanın aracı olarak kullanılmasıydı. Nüfusun her açıdan denetimini amaçlayan biyosiyaset pratiklerinin annelik alanına uzanışı, kadınlığın annelik üzerinden bir siyasal mücadele alanına çevrilişi elbette ne yeni ne de sadece muhafazakâr toplum mühendisliğine özgü. Hem dünyada hem Türkiye’de feminist teorinin ve kadın hareketinin çeşitli evrelerinde hep tartışılmış, üzerine düşünülmüş bir gerilim ve dayatma söz konusu. Bu gerilimin izini Batı felsefesinin ve kültürünün başlangıç ânına kadar süren yazılarla açıyoruz Annelik dosyasını.

Devamını oku »

Topluluk Kuramcıları

Anzieu ve Bion

Öncelikle beni buraya davet eden Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi yönetimine ve tabii 1 yıldır düzenli eğitim verdiğim Psikoterapi Merkezi’nin tüm ekibine teşekkür ederim. Bugün buraya size topluluklardan psikanalitik açıdan söz etmeye geldim.
Neden bu konuyu seçtiğimi soracak olursanız bunun ağırlıklı olarak psikiyatrik hastayı diğer hastalardan ayıran bir hususla ilgili olduğunu ileri sürebilirim. Şöyle ki psikiyatri hastası hastaneye bireysel bir başvuru yapsa da, tedavisi çoğul bir nitelik taşıyor. Tedavinin psiko-bio-sosyal boyutunu sadece kastetmiyorum ki bu zaten çok açık. Kastettiğim psikiyatrik hastanın ruhsal süreçlerinin bir kurumu, topluluk olan bir kurumun işleyişi üzerinde ciddi etkilerinin olması. Keza bu etki tabii karşılıklı. Kurum da hastaya verdiği hizmette, kimi tıkanmalarda aynı ruhsal süreçlerin etkisi altında oluyor.

Devamını oku »

Vah Bartleby! Vah İnsaniyet!

Yara Almış İnsan ve Mekânlardan Beslenen Edebiyat: Birincil Narsisizmin Yapı Bozumu

Freud’un psikanalizin içine narsisizm kuramını dâhil etmesinin bu yüzüncü yılında narsisizm konusu farklı kuramsal bağlamlarda psikanalitik düşünceyi çalıştırmaya devam ediyor. Yaratıcılık bağlamında, bir şeyi ortaya çıkarmada, yoktan var etmede ise narsisizm konusu meselenin tam kalbinde duruyor zira doğrudan varoluş meselesini sorguluyor. Winnicott’ın var olma duygusu konusundaki tespitleri bu konuda aydınlatıcıdır. Winnicott Freud’dan devraldığı benliğin kendi üzerine yaptığı libido yatırımı olarak tarif ettiği narsisizmin kurulma aşamalarını farklı bir biçimde ele alır ve küçük insanın kendisini, varlığını, var olduğunu hissetmesi olgusunun sıradan, kolay, zahmetsiz bir süreç olmadığını ileri sürer.

Devamını oku »

ws2

Özgürlük, Direniş ve Psikanaliz: İnsan Doğası Üzerine

Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu

Direnişi merkeze alan bu sempozyumda psikanalizin sanatla olan buluşması konusunda katkımı isteyen Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümüne teşekkürlerimi iletirim.

Konuşmama başlamadan önce sunumumu tetikleyen bir bağlamdan söz etmek isterim. Gezi Direnişi sırasında İtalyan psikanalist Laura Montani Türkiye’deki psikanalistlerle bağlantıya geçerek bizlere ne yaşadığımızı, nasıl yaşadığımızı anlatan mektuplar yazmamızı önerdi. Mektuplarımızı da kendi web sitelerinde yayımlayacaklarını ilave ederek bizlere birkaç düşünme girizgâhı önerdiler. Bu yazışmanın ayrıntılarını ve akabinde ortaya çıkan Gezi’nin Psikanalizi adlı metnimi bu adresten takip edebilirsiniz.

Devamını oku »

Psikanalizin  Aktarımı  Ve  Türkiye’de  Psikanaliz

Söze başlamadan önce Gökçe Cansever’in anısına düzenlenmiş bu sempozyuma psikanaliz pratiğini temsil etmek üzere beni davet edenlere teşekkürlerimi iletirim. Türkiye’de klinik psikolojinin başat temsilcilerinden olan merhum G. Cansever’i şahsen hiç tanımadım. Fakat eğittiği ve bizzat  klinik deneyimini paylaştığı öğrencilerinin kimileriyle tanışma ve konuşma fırsatım oldu. Bu kişilerin psikanalize ve genelde psikanalitik psikoterapiye karşı olan ilgi ve meraklarında hep bu ilk başlatıcının izini sezdim.

Devamını oku »

Psikanaliz Kuramları İçinde Benlik Kavramının Serüveni

“Benliğim ne kadar benden?” gibi çarpıcı bir başlıkla düzenlenen bu nöropsikofelsefe sempozyumuna psikanalizin katkısını sunmak üzere beni davet eden sempozyum düzenleme komitesi üyelerine teşekkürlerimi iletirim. Başlık benliğin hem ben’e ait olan hem de ben’e yabancı olan iki farklı unsuru da çağrıştırdığı için, bir başka deyişle dolaylı olarak bilinçdışını da çağrıştırdığı için doğrudan psikanalizin alanındayız denilebilir. Bu sunumda öncelikle Freud’un yapıtındaki benliği mercek altına alıp, Freud sonrası benlik kavrayışlarına sunumumun sonunda yer vereceğim. Sunumumun dörtte üçünü Freud’un yapıtına ayrılacak zira bu kavram üzerinden, ve, bu vesileyle, Freud’un düşüncesinin bazen nasıl çarpıtıldığını da göstermek istedim.

Devamını oku »

Kadınlar Freud’a Psikanalizi Nasıl Keşfettirdiler?

Zamanımızın ruhsal hayat incelemelerinin önemli bir bölümünün Freud’un keşiflerini temel aldığı söylenebilir. Freud, psikanaliz kuramını ve psikanaliz tedavisini hastalarından yola çıkarak elde ettiği bulgularla oluşturmuş olsa da, psikanalizin keşfinin Freud’un kendi kendine analiz sürecinden de beslendiği psikanaliz tarihçileri tarafından sıkça tekrarlanır. Bu keşif büyük ölçüde Freud’un kendi çocukluğunu hatırlamasına ve onun üzerinde yeniden düşünüp anlamlandırmasına dayanır.

Devamını oku »

Joseph Breuer: Psikanalizin Gizli Ebeveyni

Psikanaliz bir tedavi tekniği, bir bilim dalı ve nihayet bir gözlem yöntemi olarak Freud’la birlikte ortaya çıkar. Nitekim, psikanalizin başlangıç aşaması veya psikanalizin tarihöncesi diye bir evreden söz edilecek olursa, Joseph Breuer’i, nam-ı diğer Altın Parmak Breuer’i psikanalizin gizli ebeveyni olarak görmek mümkün. Histerikleri hipnozla ve katarsis yöntemiyle tedavi eden psikanaliz tarihinin bu gizli kahramanını, öncelikle Histeri Üzerine Çalışmalar1 (1895) başlıklı, Freud’la birlikte yayımladıkları yapıtın ilk vakası olan “Anna O. Vakası”2 metnini inceleyerek ele alacağım.

Devamını oku »

Psikanalizin Doğuşu, Bireyin Doğuşu

Ruhsal rahatsızlıkları tedavi yöntemi olan psikanalizin ortaya çıkışının bir tarihi vardır. Dönemin, yani 19. yüzyıl sonlarının terapötik uygulamalarından yola çıkarak psikanalizin tarihöncesinden söz etmek ve psikanalizin ortaya çıkış biçimini ele almak, aynı zamanda yeni bir zihniyetin doğuşunu izlemektir. Bu zihniyet, birey zihniyetidir. Bu metinde, psikanalizin tarihöncesini ele alıp onun doğduğu terapötik uygulamalardan söz ederken, bir zihniyet değişiminden de söz etmeye çalışacağım.

Devamını oku »

Psikanaliz ve Kurumlar

Öncelikle beni buraya davet eden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikanaliz Birimi’nin üyelerine teşekkür ederim. Buraya bireysel bir girişim olan psikanalizin topluluk içinde ya da kurumsal yaşamda nasıl varedilebileceği üzerine bir şeyler söylemeye geldim. Tabii psikanalizin varedilmesi sözcüğünü kullanırken bildiğimiz klasik psikanaliz tedavisinin kurum içinde varedilmesinden söz etmiyorum. Bazı analistlerin bu pratiği benimsediklerini biliyorum. Benim amacım, psikanalitik düşünce biçiminden hareketle hastaların sağaltımını halihazırdaki koşullara uyarlayabilmenin yollarını soruşturmak, bir hasta ile bir kurumun karşılaşmasında terapötik olabilecek şeyin altını çizmek, ya da travmatik de olabilecek bu söz konusu karşılaşmanın kimi yönlerine işaret etmek.

Devamını oku »

Manik Depresif Psikozlar ve Nesneyle Kurulan İlk İlişkiler

Öncelikle beni buraya davet eden herkese, özellikle psikanalitik bakış açısını psikiyatri pratiğine de yansıtmış psikiyatri uzmanlarına teşekkür ederim.
Bugün buraya manik-depresif psikozları psikanalitik bir bakış açısıyla ele almak üzere, özellikle kayıp ve yas bağlamında konuşmaya geldim. Amacım burada manik-depresif psikozlardaki ruhsal işleyişin mekanizmalarını ele almak ve tabii mümkün olabildiği kadar sizlerin pratiğine de yansıyabilecek birkaç öneri getirebilmek. Hastane ortamında bu tür psikozları biyolojik yöntemlerle tedavi ediyorsunuz. Ama salt biyolojiyle de yetinmiyorsunuz. Hastanın sosyo-kültürel çevresini de anlamaya ve özellikle de aile bireylerinin de tedaviye yönelik işbirliğini sağlamaya çalışıyorsunuz. Böylece uyguladığınız biyolojik tedavi bir dizi karmaşık psikolojik sürecin içinde yer alıyor.

Devamını oku »

2014 Kapak (2)

Hatırlamak Üzerine: Freud ve Green

Uluslararası Psikanaliz Dergisi’nin Türkçede yayımlanan Yıllığı 6.yaşına bastı. Yıllığımızın tanıtım toplantısında psikanalitik bir meseleyi, şimdiye kadar yayımlanmış yıllıklar içindeki bir makale çerçevesinde tartışmaya açmayı tarafıma öneren yayın kurulu üyelerine ve tabii bizi bu güzel ortamda ağırlayan Robinson Crusoe kitabevi ve Salt Beyoğlu yetkililerine teşekkür ederim.

Bu sunumun konusu hatırlamak üzerine, kısacası bellek üzerine olacak. Bu konuyu seçmemi tetikleyen başlıca unsur bu buluşmanın semtinin tarihi Beyoğlu olması ve projemize sahip çıkan kitapevinin köklü bir kurum olmasıdır diyebilirim. Bu iki mekânın ortaklaşa benim imgelemimde işaret ettiği alan bellek oldu. Bu arada itiraf etmeliyim, Salt Beyoğlu gibi yine böyle tarihi bir mekânda kurulmuş bir sanat galerisi içinde Freud’un bellek kuramını konuşmak ve konuşturmakla kendimi adeta çağdaş sanattaki yerleştirme çalışmasının bizzat içinde bulmuş gibi hissediyorum.

Devamını oku »

Resim3

Öteki’ne Umutsuz Bir Sesleniş Olarak Tutkulu Aşk: Nagisa Oşima’nın «AI NO CORRIDA» Filmi

Tutku ve yaratıcılık konulu bu toplantı[1] çerçevesinde, ünlü Japon sinemacı Nagisa Oşima’nın «Ai no corrida»[2] adlı tanınmış filmini ele alacağım. Eseri Fransa’da ve dünyada iyi bilinen bu sinemacıyı seçmemin nedeni, Oşima için tutkunun neredeyse bütün eserlerinde var olan bir takıntı ve merkezi bir tema olduğunu düşünüyor olmam. Neredeyse kendini yinelercesine, bütün filmleri cinsellik ve cinayetle ilintili, bütün filmlerinin merkezinde tutku halleri ve tutkusunun elinde oyuncak olmuş kahramanlar var.

Japonca adı «Aşk Denen Boğa Güreşi» anlamına gelen film, bir otelde hizmetçilik yapan (eski fahişe) geyşa Sada ile otelin patronu Kişizo arasındaki tutkulu aşk üzerine. 1936’da Japonya’da yaşanmış gerçek bir olaya dayanan bu hikâye trajik bir sonla biter: Sada aşığını boğarak öldürür, cinsel organını keser ve bir kaç gün yanında saklar. O dönemi anlatanlara göre cinayet Japon halkını o kadar etkilemişti ki, Sada için nispeten kısa süreli, 6 yıllık bir hapis cezasına hükmedilmişti. Sada mahkeme sırasında tutkusunu öne sürerek savunma yapmıştı. Oşima’ya göre “Sada aşığını, aşkı yüzünden öldürmüştü”[3]. Bütün film boyunca bu tutku, en ince ayrıntılarına varana dek, içeriden anlatılır bize ve güncel psikanalitik kuramlaştırmaların açıklamasını yaptığı türden bir aşırılıklar kliniğinin sırlarının ifşa olunmasına tanık oluruz. Sözünü ettiğim kuramlaştırmalar özellikle en son öznelleşme çalışması üzerine araştırmalarla ilgilidir.

Devamını oku »

}