Psikanaliz Pratiği Türkiye’ye Neden Geç Geldi?

Söze başlamadan önce Gökçe Cansever’in anısına düzenlenmiş bu sempozyuma psikanaliz pratiğini temsil etmek üzere beni davet edenlere teşekkürlerimi iletirim. Türkiye’de klinik psikolojinin başat temsilcilerinden olan merhum G. Cansever’i şahsen hiç tanımadım. Fakat eğittiği ve bizzat klinik deneyimini paylaştığı öğrencilerinin kimileriyle tanışma ve konuşma fırsatım oldu. Bu kişilerin psikanalize ve genelde psikanalitik psikoterapiye karşı olan ilgi ve meraklarında hep bu ilk başlatıcının izini sezdim.
İz bırakmak, biz ölümlülerin belki temeldeki en hakiki arzusu. Bu kimimizde soyunu devam ettirme arzusuyla, kimimizde de daha sonraki nesilleri de ilgilendirecek, geçen zamana ve unutulmaya karşı direnecek bir yapıt ortaya koymak arzusuyla ortaya çıkar. Şu veya bu şekilde her insanoğlu, kadın veya erkek, bıraktığı, bırakacağı izlerin sorumluluğunu çok erken yaşlardan itibaren hissetmeye başlar. Bir başka deyişle yaşamın içinde çok erkenden ölümümüzü hazırlarız.

Ben burada psikanaliz kuramı ve tedavisinin yüz sekiz yıllık tarihi boyunca Türkiye’de bıraktığı izlerden söz etmeye çalışacağım. Amacım bu tarihi, bir takım isimlerin, ya da kurulan bir takım çalışma gruplarının üzerinde durarak dışarıdan bir gözle ele almak değildir. Zira bu tarihin bir parçasıyım, bizzat içindeyim. Konuşmamın sonunda, sorularınız doğrultusunda, bu tarihin bir parçası olan ve kurucularından olduğum Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapiler Derneği’nin hedefleri ve Türkiye’de psikanalist olabilme şartları üzerine bilgi vermeye çalışacağım.

Şimdi amacım psikanalizin Türkiye’ye nasıl olup da bu kadar geç ulaştığı üzerine düşünmek ve bazı varsayımlarda bulunmak. Bu varsayımlarımı psikanalizin kavramlarını kullanarak geliştirmeyi hedefledim. Söz konusu gecikmeyle ilgili olarak öncelikle şunları söyleyebilirim: Avrupa’da başta Viyana olmak üzere, Berlin, Zürich gibi kentlerde 1900 yılından itibaren, psikanaliz pratiği hızla yaygınlaştı; 1910 yılında ilk Uluslararası Psikanaliz birliği kuruldu; psikanalistler mesleki pratiklerini büyük bir hızla “rasyonel” bir çerçeveye oturturtup kuramsal girişimlerini ateşlice savunmaya başladılar. Türkiye’de ise psikanaliz üzerine metinlerin ya da psikanaliz metinlerinin ilk çevirilerinin ancak 1930’larda başladığını ve yurtdışından Türkiye’ye dönen uluslararası psikanaliz camiasına mensup (tabii uluslararası camia derken, kurucusunun Sigmund Freud olduğu Uluslararası Psikanaliz Birliğinden (1) söz ediyorum) ya da bu camianın dışından kimi sağaltıcı ya da psikanalistlerin yaklaşık olarak ancak 80’li yılların sonlarına doğru işe koyulduğunu görüyoruz. Bu kadar geç kalınmasının nedeni hangi etmenlerle açıklanabilir?

Bu yazının devamına ulaşmak için Psikanalizin İçinden adlı kitabıma başvurabilirsiniz.

 

}