YARA ALMIŞ İNSAN VE MEKÂNLARDAN BESLENEN EDEBİYAT: BİRİNCİL NARSİSİZMİN YAPI BOZUMU
Freud’un psikanalizin içine narsisizm kuramını dâhil etmesinin bu yüzüncü yılında narsisizm konusu farklı kuramsal bağlamlarda psikanalitik düşünceyi çalıştırmaya devam ediyor. Yaratıcılık bağlamında, bir şeyi ortaya çıkarmada, yoktan var etmede ise narsisizm konusu meselenin tam kalbinde duruyor zira doğrudan varoluş meselesini sorguluyor. Winnicott’ın var olma duygusu konusundaki tespitleri bu konuda aydınlatıcıdır. Winnicott Freud’dan devraldığı benliğin kendi üzerine yaptığı libido yatırımı olarak tarif ettiği narsisizmin kurulma aşamalarını farklı bir biçimde ele alır ve küçük insanın kendisini, varlığını, var olduğunu hissetmesi olgusunun sıradan, kolay, zahmetsiz bir süreç olmadığını ileri sürer. Aksine bir şeyleri yapıp ederken, o şeylerin içinde, o şeyleri yapıyor olduğunu hissetmenin, yani kendi üzerine yatırımının öncelikle bir ötekinin üzerinden, bir ötekiyle bağ kurarak, bir ötekiyle birlikte gerçekleştiğini ileri sürerek Winnicott narsisizm kuramını Roussillon’un deyimiyle narsisist bir bakış açısından nesne ilişkileri bakış açısına doğru geliştirmiştir. Her ne kadar bu ilk “nesne” başlangıçta bebek tarafından bir “öteki ben” olarak algılanmakta, hatta bebeğin bizatihi kendisi tarafından yaratıldığına dair tümgüçlü bir düşünceyle varlığını gösterse de. Böylesi bir yatırım, ruhsallığın ta başından ikili, çifte işleyişine bizi tanık eder.
Ağır narsisist patolojiler de bize birincil narsisizmin kurulma aşamasından itibaren bu ikili, çifte işleyişi gözler önüne serer.
İşte böyle ağır bir narsisist patolojinin ön planda olduğu bir edebiyat örneğini, Hermann Melville’in Kâtip Bartleby[2] adlı öyküsünü psikanalitik yönteme tabi tutarak çözümlemeyi öneriyorum. Bu seçimimin nedeni öykünün patolojik bir durumda birincil narsisizmin tezahürlerini hem özne açısından hem de metnin kurgusu açısından çok güzel ifşa etmesi oldu diyebilirim. Bu öyküyü seçerek aynı zamanda birincil narsisizmin Roussillon’un deyimiyle “yapı bozumu”nu[3], bir edebiyat eseri içinde de göstererek edebiyatın onarım işlevine, yaşam veren işlevine de dikkat çekmeyi umuyorum. Özneyi ve öznelliği inşa etmesi bakımından yaşama ve insanlığa da katkıda bulunması ve medeniyet çalışmasında onarıcı bir işleve sahip olması edebiyata ayrı bir yer sağlar. Bu anlamda Hermann Melville’in edebiyat kritiklerinin biotexte (yaşammetin) şeklinde nitelendirdikleri bir tür akımın öncüllerinden olduğunu düşünüyorum. Bu tür edebiyat yaralı insan ve mekânlardan beslendiği gibi travma sonrası düşünce süreçleriyle kontrol altına alınamayan, simgeleşemeyen anı, duygu, duygulanım gibi ruhsal malzemelerin üzerine sözcükler koyar, yazı yoluyla onların yeniden inşasına katkıda bulunur. Bu bir zamanlar yaşanmış, hissedilmiş ve sonradan hatırlanan malzeme üzerine kaleme alınan otobiyografiden farklıdır. Yaşammetin[4], yaşamın metin sayesinde geri dönmesidir ve yaşamın tehdit altında bulunduğu deprem, toplu katliam, sürgün edilme, soykırım gibi büyük felaketlerden sonra öznenin hem ruhsal hem kültürel yıkımının bölük pörçük izlerini sözcüklere, anlatıya dönüştürür.
Bu yazının devamına ulaşmak için Kültür ve Psikanaliz adlı kitabıma başvurabilirsiniz.