Zamanımızın ruhsal hayat incelemelerinin önemli bir bölümünün Freud’un keşiflerini temel aldığı söylenebilir. Freud, psikanaliz kuramını ve psikanaliz tedavisini hastalarından yola çıkarak elde ettiği bulgularla oluşturmuş olsa da, psikanalizin keşfinin Freud’un kendi kendine analiz sürecinden de beslendiği psikanaliz tarihçileri tarafından sıkça tekrarlanır. Bu keşif büyük ölçüde Freud’un kendi çocukluğunu hatırlamasına ve onun üzerinde yeniden düşünüp anlamlandırmasına dayanır. Örneğin Düşlerin Yorumu’nda (1900) Freud sıkça meslektaşlarıyla iç hesaplaşmalarını, zamanın Viyana’sının akademik çevrelerinin psikanalize karşı hasımane tutumları karşısında içine düştüğü yalnızlığı, cinsel hayatın ve mahremiyetin toplumsal alanla karşılaşmasıyla ortaya çıkan bireyin sıkıntılarını, yani nevrozlu bireyleri anlatır. Bu nevrozlu kişi aynı zamanda Freud’un kendisidir ve zaten Freud da bu kitabı babasının ölümüyle yaşadığı yasın bir ürünü olarak tanımlar.
Freud hastalarını dinledikçe kendi çocukluğunu hatırlar. Hastaları genellikle çevreleriyle uyum zorluğu yaşayan ve başkaldıran zeki erkeklerden ve 19. yüzyıl Viyana’sının dar kültürel alanında arzularını ve kaygılarını ancak histeri nöbetleriyle ifade edebilen kültürlü kadınlardan oluşuyordu. Onların kişisel tarihi, Freud’u muhtemelen sadece bilimsel olarak değil, kişisel olarak da ilgilendirdiği için, kendi kendini analiz etmeye başlar. Rüyalarını not eder, çağrışımlar yapar ve keşiflerini yakın arkadaşı Fliess’le paylaşır.1 Yazışmalardan önemli ölçüde beslenen bu ilişkide, Freud yazıyı neredeyse terapötik bir araç olarak kullanır. Keşifleri öncelikle, bilinçdışının varlığı ve ruhsal hastalıkların temelinde yatan çocukluk döneminin cinselliği ve dolayısıyla çocukluğun (çocuğun bu cinsellikle hiçbir şey yapamaz durumda olmasından kaynaklanan) çaresizliği üzerineydi.
Kadın hastalarının Freud’a anlattıkları ise, bu çaresizliğin histeri nevrozuyla ifade bulmuş biçimiydi. Freud bu kişisel tarihlere karşı kayıtsız kalmadığı gibi, bilimsel bir girişimi ontolojik bir yapıta dönüştürdü.
Her ne kadar Freud’un kendi kendine yaptığı analizin psikanalizin keşfinde önemli bir yer tuttuğu düşünülse de, daha ileriki satırlarda da ifade edeceğim gibi, “kadınsı bir özelliğin” de bu keşfin temelinde olduğu öne sürülebilir.
Kadınların Freud’a psikanalizi keşfettirdikleri savı oldukça iddialı gelebilir; ama psikanalizin kurucu metinlerinde, psikanalizin keşfi sırasında atılan adımlarda, kadınların Freud’un önüne bir alan açtığını görürüz. Bu alanı kadınlar “hayalleriyle” doldurdular ve Freud’a iç dünyalarının kapılarını cömertçe açtılar.
Bu yazının devamına ulaşmak için Psikanalizin İçinden adlı kitabıma başvurabilirsiniz