Atölyenin tartışma konusu uyarınca, psikanalizin özel bir kültürel ve coğrafi bağlama aktarılmasının sorun ve güçlükleri çerçevesinde Oidipus konusunu ele almaya karar verdim. Benim de içinde bulunduğum bu bağlamda, Türkiye’de on ila on beş yıl önce ortaya çıkan psikanaliz faaliyeti son beş yıldır IPA himayesinde Çalışma Grubu olarak kurumsallaştı. Türkiye’de psikanalizin kurumsallaşmasının böylesine gecikmiş olmasına rağmen psikanaliz metinlerinin daha 1920’lerden itibaren yayınlanmaya başladığını gözlemliyoruz: Freud’un ilk çevirileri, bu metinler üzerine yorum yapan psikiyatristlerin, toplumbilimcilerin ve edebiyatçıların deneme ve raporları. Bütün bunlar örgütsüz ve dağınık bir biçimde yapılmıştı.
Bu atölyenin tartışma konusunun sunuşunda, Milagros Cid “psikanaliz kurumlarında güçlü kardeşlik ve ebeveyn-evlat bağları eşliğinde düşüncenin gelişimini sık sık köstekleyen, aktarımsal gerilimlerle derinden etkilenen psikanaliz kültürünün kuşaklar arası evrimi ve psikanalizin iletimi üzerine bir tefekkür” yapmamızı öneriyor. Bu saptamaya psikanaliz kültürünün kuşaklar arası evriminin, geldiği ülkeyi kuşatan kültüre, bu kültürün Yasa ile, Tarih ile, Yabancı ile ilişkilerini nasıl yönettiğine, özellikle de bu kültürün başta Oidipus karmaşası olmak üzere psikanaliz metinlerini yorumlama biçimine kuvvetle bağlı olduğu fikrini eklemek isterim. Antropologların Oidipus karmaşasını nasıl anlayıp yorumladıklarının genel olarak pikanalizi ne şekilde anladıklarına çok iyi bir örnek olduğu fikrini öne süren Éric Smadja’nın (2010) “Psikanaliz ile Antropoloji Arasındaki Tartışmanın Billurlaştırıcısı olarak Oidipus Karmaşası” makalesine gönderme yaparak, Oidipus karmaşasının bir kültür içinde anlaşılıp yorumlanmasının, o kültürde psikanalizin nasıl anlaşılıp yorumlandığını çok iyi örneklediğini söyleyeceğim.
Bu yazımın tamamına Kültür ve Psikanaliz adlı kitabımdan ulaşabilirsiniz