Edebiyat ve kliniği buluşturan Louis Wolfson’un yapıtında anneyi simgeleştirme ve özne olma deneyimi*

Bella Habip

Resim5

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu sunumda sizlere özne olmanın ve simgeleştirme deneyiminin, özellikle anne gibi ilk nesneyi simgeleştirme deneyiminin içerdiği şiddet ve acıdan söz edeceğim. Simgeleştirme ve özne olma deneyimi sancılı bir süreç ve ilk nesnelerin güvenilir olmasını, bakımda devamlılık sağlamasını gerektiriyor. Bu yeterince iyi denilebilecek ilk nesnelerin yokluğu ya da yetersiz olmaları durumunda yaşanılan travmalar karşısında bu süreçler hepimizin bildiği ciddi patolojileri doğruyor. Şizofreni de bunlardan biri ve özne olma deneyimini ve simgeleştirme süreçlerini en sekteye uğratan patolojilerden biri. Bu çalışmada şizofreniden muzdarip Amerikalı yazar Louis Wolfson’un yazı yoluyla özne olma deneyimini ve simgeleştirme süreçlerini tesis etmesini ele alacağım. Bu vesileyle de yazı yazmanın ve genel anlamda edebiyatın ruhsal süreçlere katkısına da değineceğim.

Amerikalı yazar Louis Wolfson herhangi bir yazar değil yani kendi işini yazmak ve yazdıklarını yayın dünyasıyla paylaşmak olarak tanımlamış biri değil. Yazıyı muhtemelen –muhtemelen diyorum zira bunu kendisi söylemiyor, bu benim çıkarsamam- bir sağaltım aracı olarak, bir iletişim kurma ve var olma biçimi olarak düşünmüş ve bu doğrultuda iki kitap yayımlamış biri. Birinci kitabı Şizofren ve Diller’de yazar ana dili olan İngilizceye karşı açtığı savaşı ve yeni bir dil yaratmaya kadar giden mücadelesini anlatıyor. Bu hezeyanlı süreçte anne simgeleşmemiş “tuhaf” biri olarak karşımıza çıkar. Wolfson Fransızca kaleme aldığı bu kitabın el yazmalarını 1963 yılında Paris’teki Gallimard yayınevine yollar. Kitap 1970 yılında Paris’te yayımlanır ve özellikle psikanaliz çevrelerinde derin yankı uyandırır. Bu arada Gallimard yayın kurulunda ünlü psikanalist J.B.Pontalis’in de yer aldığını hatırlatalım. Kitabın yayımlanmasından yedi yıl sonra Wolfson’un annesi kanserden ölür. Wolfson annesinin hastalığını ve tedavi sürecini not ettiği bir günceden hareketle ikinci kitabını kaleme alır. Müzisyen Annem 1977 Yılının Mayıs Ayı Ortasında Salıyı Çarşambaya Bağlayan Gece Yarısı, Manhattan Memorial Hastanesinin Ölüm Döşeğindekiler Bölümünde Kötücül Bir Hastalıktan Vefat Etti adlı bu kitapta Wolfson annesinin aldığı mekanik notları tarihsel bir anlatıya dönüştürür ve bu anlatıda artık annesiyle birlikte var olabilmektedir. Anne simgeleşmiş, Wolfson’un kişisel tarihinde bir yere bir kayıta sahip olabilmiştir. İşte Wolfson’un yazı yoluyla gerçekleştirdiği bu dönüşümünü anlatmak üzere şimdi sizlere bu 2 kitabın analizini, simgeleştirme ve özne olma kavramları etrafında ele alacağım.

Resim6

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şizofren ve Diller adlı kitabında Wolfson, yaşadığı psikotik deneyimini “yabancı dillerde okuyan talebe” ya da “demanslı talebe” şeklinde, bir üçüncü şahıs üzerinden, kişisiz bir üslupla anlatır. Özne yoktur bu anlatıda. Keza annesinden de Wolfson “şizofrenin annesi” şeklinde bahsetmektedir. Bir okur olarak Wolfson’un duygu ve düşüncelerine de vakıf olamayız zira yazar işlemsel bir dille sadece yaptıklarını anlatır. Bu dili bilimsel bir dokümana da benzetebiliriz zira içinde ciddi dilbilimsel “icat”lar, tespitler vardır. Aynı zamanda kitap üçüncü şahıs üzerinden de olsa bir tür otobiyografiyi de çağrıştırır, zira bir şizofrenin an be an ruhsal işleyişine, yapıp ettiklerine tanık oluruz. İcatların tuhaflığındaki mizah gücü de bizi kayıtsız bırakmaz; bu anlamda bir mizah romanı da denilebilir. Dilbilim üzerinden felsefi ve derin psikanalitik de diyebileceğimiz tespitleri vardır. Bu anlamda psikolojik bir roman da denilebilir. Yazarın ana dili olan İngilizcede değil de Kanada kökenli üvey babasıyla konuştuğu Fransızcada yazması okuyucuda, özellikle de ana dili Fransızca olan okuyucuda ayrıca bir tuhaflık duygusu yaratır, zira dilin kimi kullanımları Fransızcaya da yabancıdır. Sonuç olarak bu kitap hem tarz hem de içerik olarak sınıflandırılamaz.

Wolfson New York’ta annesiyle birlikte yaşayan 20’li yaşlarında yabancı dillerde okuyan bir talebedir. Şizofren tanısı almış psikiyatrik tedavi de görmüştür. Buna elektroşok da dâhildir Herhangi bir psikoterapi ya da psikanaliz tedavisinden kitapta söz edilmez. Wolfson yaşamını devletin kendisine tahsis ettiği bir tür engelli maaşıyla idame etmekte ve annesine ve onun ikinci eşine tamamıyla bağımlı bir yaşam sürdürmektedir. Onlarla aynı çatı altında yaşamakla birlikte evin içinde neredeyse odasından dışarı hiç çıkmamakta, daimi olarak yabancı dilleri öğrenmek üzerine koşullanmış bir yaşam sürmektedir. Dışarıya sadece gerektiği zaman çıkmakta ve evin dışında herhangi bir ilişkisi de yoktur. Ayda bir bir iki saatliğine babasıyla buluşur. Bir tek kitabın sonlarına doğru Wolfson’un bir fahişeyle oldukça mizah yüklü bir karşılaşmasına tanık oluruz. Bunun dışında tüm kitap boyunca kahramanımızın kitap, kaset ve sözlüklerle sürekli çalışmasına, İngilizceyi diğer dillere çevirmesine tanık olmaktayız.  İkinci kitabında daha yakından tanıyacağımız Wolfson’un çocukluğunun da sorunlu geçtiğini, hareketli ve uyumsuz bir çocuk olduğunu öğreniyoruz. Annesi babasından Wolfson küçük yaşta iken ayrılmış, bu ayrılıkla ilgili her iki kitapta da fazla bir bilgi yok. Wolfson babasından önemsiz bir ayrıntı olarak bahsetmekte ve ayda bir onunla buluştuğunu ve bu buluşmalarında canının çok sıkıldığını anlatmaktadır. Babanın kısıtlı maddi imkânlarına gönderme yapan Wolfson her ay babasından zor bela aldığı paranın azlığından dem vurmaktadır. Önemli bir detay baba Fransızca bilmekte ve birlikte Fransızca konuşmaktadırlar.

Wolfson ana dili olan İngilizceden nefret ediyordu. Annesinin konuştuğu İngilizceyi duyar duymaz kulaklarını tıkıyordu;  ya da anında radyosunu kulağına yapıştırıyor, yabancı dilde müzik ya da yabancı dildeki bir radyo programını dinliyordu; Olur da kazayla İngilizce bir sözcüğü duymuş ise, anında bu sözcüğü anlam olarak ona yakın olan fakat aynı sesleri içeren bir başka dildeki sözcüğe çeviriyordu. Örneğin annesi evde hışımla, yüksek sesle bağırarak “gözlüklerim nerede” diye dolanırken, Wolfson “where” sözcüğünü alıp onu Almanca’daki fonetik açıdan ona en çok uyan “woher” (nereden) sözcüğüne anında çevirir ve rahatlar. Where sözcüğünün zihninde takılı kalması onun için ciddi bir işkencedir. Ya da bir diğer örnekte İngilizcedeki “tree” sözcüğü Fransızcadaki terre (toprak), Rusçadaki derevo’ya çevrilecektir. Amaç hem İngilizceden başka bir dile atlamak hem de o dilde hem anlamsal açıdan hem de fonetik açıdan (sessiz harfleri koruyarak) benzer bir sözcüğü bulmaktı. Yani çeviri sadece anlamsal olmamalı aynı zamanda da fonetik temelde de bir benzerlik ilkesine dayanmalıydı. Bu tabii inanılmaz yorucu, devasa aynı zamanda da çılgın bir çalışmaydı. Bir de üstüne çar çabuk olmalıydı! Bu yüzden Wolfson zamanının önemli bir kısmını yabancı dillere vakfetmiş durumdaydı ve sürekli farklı dillerde (Fransızca, Almanca, Rusça, İbranice) yeni sözcükler ezberlemekteydi.

Resim7

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Wolfson’un amacı ana dilini öldürmek ve içinde düşünebileceği, anlam yaratabileceği yeni bir dil yaratmaktı. Annesinin sözcükleri bir ok gibi kendi ifadesiyle “kulak davulunu delmekte ve içindeki kemikçiklerin titreşimine neden olmaktaydı”. Wolfson annesinin sözcüklerini kendisine “zerk etme” hareketini ciddi bir saldırı olarak nitelendirmekte ve annenin “biricik varlığı” olan şizofren oğlu üzerindeki “zafer”ini deneyimlediğini ileri sürmektedir. Bu saldırıya karşı koymak ve hayatta kalabilmek için, -bu ciddi bir ölüm kalım savaşıdır- Wolfson bir “yöntem”e başvurur. Bu yöntem ana dili olan İngilizcedeki her sözcüğü parçalara bölmek, un ufak etmektir. Parçalanmış sözcükler anlamsızlaşırlar, zaten Wolfson için İngilizce telaffuz edilmiş herhangi bir sözcük anlamdan yoksun, tehlikeli ve zehirli birer ok gibidir. Dil simgeleşmemiştir, anlamsal boyutu sanki dışlanmış yok edilmiştir. Wolfson İngilizce sözcükleri önce parçalar; daha sonra bu parçalanmış sözcüklerin sessiz harflerini muhafaza eder. Onları yeni bir dilde yani sözcüklerin içinde yeniden kurar ve bir anlamda onları yeniden var eder yani diriltir. Parça parça olan bu sözcüklerin sessiz harflerini muhafaza edip yeni bir dilde onları yeniden diriltmeye çalışmak Wolfson’un yaptığı iştir denilebilir. Dil sanki onun için yeni bir dünya, yeni bir anlamlar bütünü, yeni bir sistem, belki de yeni bir evdir, ya da kapsayandır denilebilir. Nitekim Wolfson ancak bu yeni kurulan dil içinde kendini emniyette hissetmekte ve anlam arayışından vazgeçmemektedir her ne kadar bu arayışı bizler için –yani içinde doğduğu dili fazla sorgulamadan içselleştirenler için- tuhaf ve karmaşık olsa da.  Wolfson her ölümlü gibi yeni bir dilin içine doğmaz, yeni bir dil inşa ederek kendisini onun içine yerleştirir. Bu çılgın projede ebeveynler, atalar ve ilk sahne tabii yok olurlar. Wolfson’un ana dilini parçalayarak yeni bir dil yaratma projesi özünde yeni bir dünya yaratma, dünyayı yeniden yaratma çılgınlığı peşindedir. Bu çılgınlığı salt bir hezeyan olarak ele almamayı öneriyorum; bu girişimde kendini var etmeye çalışan, kendi tarihini kendi imkânlarıyla yazmaya çalışan bir öznenin ortaya çıkma çabası olarak yorumluyorum. Unutmayalım Freud hezeyanı bir tür iyileşme girişimi olarak yorumlamıştı.  Wolfson’un bir özne olarak hayatta kalabilmesi ve belki de yeniden doğabilmesi için icat ettiği dil hezeyani de olsa özne açısından bir umut içerir. Bu umut annenin konuşurken çıkardığı sesin içinden kopartılan sessiz harflerin yabancı bir dile, babanın ana dili olan Fransızcaya taşınmasındadır. Yabancı bir dilin varlığı Wolfson’un kurtuluşudur. Annenin yabancılaştırıcı, dehşete düşürücü, düşünmeyi engelleyici “yabancı” olarak algılanan sesi susturulacak, ama bu sesin içindeki sessiz harfler yabancı bir dilde sesli bir hale gelecek, duyulacak,  içselleştirilecek ve nihayetinde sahiplenilecektir. Yabancı dil bir tür kapsayıcı işlev görerek bu sessiz harflere yer yurt sağlayacaktır. Aynı zamanda annenin içindeki yabancı tehlikeli olarak algılanan unsurlar, ancak bir yabancı dilin içinde, bu dilin düşünmeyi sağlayan alfa işlevi diyebileceğimiz öz düşünümsel işlevi[1] sayesinde ehlileşecek, tanıdık hale gelecek ve nihayetinde Wolfson tarafından sahiplenilebilecektir.

Bu yazının devamına ulaşmak için Kültür ve Psikanaliz adlı kitabıma başvurabilirsiniz.

 

}